KEMAN FORUM

=> Daha kayıt olmadın mı?

PAYLAŞIM SAYFASI

KEMAN FORUM - Murat Bardakçı' nın Müzik Devrimi ve başarısızlık yazısı üzerine tartışmalar

Burdasın:
KEMAN FORUM => TARTIŞMA PLATFORMU => Murat Bardakçı' nın Müzik Devrimi ve başarısızlık yazısı üzerine tartışmalar

<-Geri

 1 

Devam->


CEM
(şimdiye kadar 10 posta)
17.12.2010 12:39 (UTC)[alıntı yap]

Murat Bardakçı
mbardakci@htgazete.com.tr

Fazıl Say'ın mesajı
24 Kasım 2010 Çarşamba, 12:12:23

BU sütunda, geçen 8 Kasım günü "Musiki inkılâbı ve başarısızlık" başlıklı bir yazım çıktı. Cumhuriyet tarihi boyunca harcanan emeklere ve yapılan masraflara rağmen dünya çapında bir kompozitörümüzün olmadığını ve "musiki inkılâbı"nın niçin başarısız olduğunun artık tartışılması gerektiğini söylüyordum.
Yazdıklarım Türkiye'deki Klasik Batı Müziği çevrelerinde bir hayli ses getirmiş ve tartışılmış, bir-iki kişi dışında herkes tabii ki "ne kadar haksız olduğumu" söylemiş.
Fazıl Say da, yazımla ilgili olarak Türkiye'nin en çok üyeye sahip bulunan internetteki Klasik Batı Müziği sitesine bir mesaj göndermiş ve bana da iletilmesini istemiş.
Say'ın mesajını bugün aynen yayınlıyorum, bu konuda düşündüklerimi de cuma günü yazacağım.
Fazıl Bey mesajında benimle beraber Özdemir Erdoğan'dan da bahsediyor. Erdoğan'ın son
zamanlarda bu konuda açıklama yaptığından haberdar değilim, dolayısı ile cuma günü yazacaklarım sadece kendi kanaatlerim olacak.
KOŞU VE MÜZİK
İşte, Fazıl Say'ın yazdıkları:
"Murat Bardakçı ve Özdemir Erdoğan'ın televizyonda söyledikleri fikirleri benim gerçeğimi yansıtmıyor.
Burada elbetteki benim gerçeğim, sübjektif olgulardır. Ama Bardakçı veya Erdoğan'ın 100 katı 1000 katı bu meseleyle haşır neşir olmuş biri olarak, sübjektiftir. Bir klasik müzikçi olarak, etik olarak, bu eserleri çalışmış, kafa yormuş biri olarak sübjektifimdir... Bu farklı bir durum...
Her fikir söylenecek, her tartışma yapılacak diye bir konu yok.
Bir örnek vereyim: Özdemir Erdoğan veya Bardakçı, Eylül'de İtalya'da Meran'da, veya Mart'da Dortmund'da Erkin'in piyano ve yaylılar için beşili-nin ne kadar ilgi gördüğünü ne kadar çok alkış aldığını, bu eseri performeeden müzisyenlerin (Mart'dakilerin hepsi enternasyonal star müzisyenlerdi) ne kadar beğendiklerini, ne kadar sevdiklerini, ne kadar üzerinde konuştuklarını görselerdi, ömürleri boyunca şu cümleyi kurmazlardı.
Burada ciddi bir bilgi eksikliği vardır. Bir tarafta bilgi eksikliği olan bir ortamda da tartışma yapılamaz.
Yani ben şimdi 100 metre koşarım. 30 saniyede koşarım. 100 metreyi 09.51 saniyede koşan dünya rekortmeni Ussain Bolt ile 100 metre koşma felsefesi yapmam gerekmez ama... Bilmediklerim vardır.. Emek konusunda da, yetenek konusunda da... İllaki tartışma yaratmak illaki yaratmaksa bildiğin konuda tartışmak doğrusu...
SAYGUN VE ERKİN
Ama madem öyle bilgilendirelim ve bu bilgileri de Bardakçı ile Erdoğan'a biriniz yollarsa sevinirim...
Şimdi, kanımca: Saygun ve Erkin büyük bestecilerdir.
Rey, Alnar ve Akses ise bence 'enteresan' bestecilerdir.... Kesinlikle, kötü besteci değillerdir...
Kötü besteci kavramı nedir? Becereksiz, yeteneksiz, bilgisiz gibi sıfatları yük-leyemeyiz onlara. Gerçekten ilginç, arayış dolu, müzikal eserler dinledim Rey, Akses ve Alnar'dan...
Saygun ve Erkin'e gelince, onlar ciddi önemli besteciler. Dünya için.
Saygun: Gülsin Onay Saygun'u aldı bütün dünyaya tanıttı diyebiliriz. Saygun ona teşekkür borçlu... Piyano için 10 Etüdü şaheserdir... Enternasyonal piyanistler tarafından da gayet sıkça çalınmakta.
Daha fazla çalınması için ise buralara boş boş yazılacağına, notalarını basan Alman yayınevi 'Peer müzik' ile irtibata geçilmeli, bu eserler dünya piyanistlerine yollanmalı. Kayıt ve nota olarak ki bilsinler, bilgilendirilsinler, repertuvarlarına alsınlar. Böylelikle daha da çok çalınacaktır. CD ve DVD leri yapılacaktır...
3. Senfoni, Köroğlu Operası, 1. ve 3. Quartet, Keman-Piyano Sonatı Saygun'un dünyadaki her yorumcuya, her festivale, her konser salonuna layık eserleridir.
Bu da mühim bir konu... Erkin: Schott Music Erkin'in tüm eserlerini alıyor, görüşmeler başladı...
(Schott; Almanya, benim de yayınevim, Almanya'nın en büyük müzik yayınevi, 280 yıllık, Orff, Wagner, Henze, Zimmermann, Ligeti, Theodorakis, Reimann, Hartmann gibi çok önemli çağdaş bestecilerin de yayınevidir)
Bu durum, Erkin'in dünya üzerindeki tanınmışlığına büyük ivme kazandıracaktır.
HAÇATURYAN VE ERKİN
Erkin'i anlatalım bilmeyenlere...
2. Senfoni bence "deha çiziği"dir. Özellikle Mevlevi Ayini olan yavaş bölüm. Bir başyapıt... Orkestra için senfonik bölüm olağanüstü bir eserdir. Piyano ve orkestra için Senfoni Konçer-tant, keza piyano ve keman konçertoları ciddi iyi eserlerdir. Her kemancının repertuvarında olabilir. Kopaçinskaya çok ilgilendi bu eserle mesela... Piyano Sonatı, Quartet, Duyuşlar, Beş Damla dünyada her konserde çalınacak, literatüre girecek, gerçekten iyi eserledir. Köçekçe artık dünyada da çok çalınan bir Türk capricciosu... Fevkalade efektif ve tatlı bir eser...
Kaç besteci sayabilirim, bu kadar övgüye değer bulduğum 20. yüzyıldan, diğer memleketlerden bilemedim.
Ne biliyim? Bulgaristan'ın var mı bir Erkin'i? Portekiz'in var mı? Kanada'nın? Çin'in?
Erkin ile Haçaturyan hep kıyaslandı mesela. Haçaturyan kültüre çok değer veren, her yazdığı çalınan, enternasyonel boyuta taşınan bir memleketin bestecisiydi (O zamanki Sovyet).
Burada bir rekabet orantısızlığı da var ayrıca...
Bence bilmeyenleri bilgilendirelim derim... "

CEM
(şimdiye kadar 10 posta)
17.12.2010 12:41 (UTC)[alıntı yap]

Murat Bardakçı
mbardakci@htgazete.com.tr

Fazıl Say'a cevabım
26 Kasım 2010 Cuma, 12:12:31

GEÇEN 8 Kasım günü yazdığım "Musiki inkılâbı ve başarısızlık" başlıklı yazıma Türkiye'deki Klasik Batı Müziği çevrelerinden birhayli tepki geldi. "Haksız" olduğumu ve yanlış düşündüğümü söyleyenler arasında Fazıl Say da vardı.
Fazıl Bey'in yazdıklarımla ilgili olarak bir klasik müzik sitesine gönderdiği mesajı Çarşamba günü bu sütunda aynen yayınladım; cevabımı şimdi veriyorum.
Üstad, meseleye bilgi, emek ve yetenek açılarından yaklaşıyor. Konu ile benden yahut bir başkasından "yüz katı, bin katı haşır neşir olduğunu" söylüyor ve işe "Bu adamları bilgilendireyim!" diye başlıyor.
İlk yanlışı, işte buradadır! Müzikte bilginin rolü tabii ki vardır ama bilgi, öncelikle icracılar yahut besteciler içindir. Çoksesli bir eserin beste tekniğini, armonik yapısını yahut orkestrasyonunu değerlendirmek eleştirmenlerin ve yorumcuların işidir. Dinleyici bunların hiçbirine bakmaz, çoğunu zaten bilmez, eseri beğenir veya beğenmez, o kadar! Kültür seviyesinin artmasıyla beraber karmaşık teknikler ile yapılmış eserlere olan ilgi de artar ama bu durumda bile temel kıstas sadece ve sadece "zevk" ve "beğeni"dir.

O ALKIŞLAR SİZEDİR!
Fazıl Say konserlerinde, meselâ Dortmund'da, Meran'da yahut dışarıdaki herhangi bir yerde çaldığı Türk bestecilerinin aldığı alkıştan sözediyor.
O alkışlar eserlere değil, sizedir üstadım! Güzel icranıza! Bahis buyurduğunuz eserler o kadar muhteşem iseler neden sadece Türk piyanistler tarafından çalınıyorlar? Dünyanın önde gelen diğer piyanistleri bunları niçin repertuvarlarına almıyorlar? Repertuvar cahili olmalarından mı, yoksa çalmaya lâyık bulmamalarından mı? Neden?
Fazıl Bey, Ulvi Cemal'den bahsederken "Köçekçe artık dünyada çok çalınan bir Türk capricciosu... Fevkalade efektif ve tatlı bir eser..." diyor.
Son derece haklı... Köçekçe hakikaten güzel, hattâ sadece Türk-ler'in değil, yabancı dinleyicinin bile ilk defa işittiğinde hafızasında kalabilecek derecede güçlü melodileri olan, harikulâde bir eserdir.
Ama meselenin bir başka tarafı daha vardır: Köçekçe'nin nefis teması ve şâheser melodileri Ulvi Cemal Erkin'e ait değildir! Ulvi Cemal hükümdarların huzurunda, meyhanelerde, haremde, rakkas ve rakkase mekânlarında, düğünlerde, şenliklerde ve hattâ evlerde asırlar boyunca icra edilmiş olan meşhur "Karcığar Köçekçe"nin melodilerini orkestraya uyarlamıştır, o kadar! Merak edenler, Youtube'un arama kutusuna bile "Karcığar Köçekçe" yazdıklarında, eserin aslını hemen bulabilirler.

HAÇATURYAN ÖRNEĞİ
Haçaturyan'ın dünya çapında bilinir olmasının sırrı da işte buradadır. Tanınmışlığının sebebi Fazıl Bey'in iddia ettiği gibi Sovyetler'in kültür politikası falan değil, "Kılıç Dansı"nda kullandığı melodilerin hatırda kalıcılığı ve ıslıkla bile rahatça çalınabilecek şekildeki yalın güzelliğidir. İşin acı ama maalesef gerçek olan tarafı ise, 80 küsur seneden buyana hiçbir bestecimizin bu şekilde bir melodi yazamamış olmasıdır.
Batı'da gerçi en başta Rus Beşleri olmak üzere birçok besteci folklorik motiflerden sıkça istifade etmiş ve dünyanın en tanınmış eserlerini yapmışlardır ama başarıyı sağlayan, o bestecilerin sahip oldukları yüksek zevktir!
Fazıl Bey, Almanya'daki Schott Music'in Ulvi Cemal Erkin'in eserlerinin yayın hakkını almak üzere görüşmelere başladığını söylüyor...
Ulvi Cemal bundan 38 sene önce, 1972'de vefat etmiştir, yani Bonjuuuur!
Sonra, Adnan Saygun'un notalarını basan "Peermusic" ile temasa geçilip eserlerinin dünya piyanistlerine gönderilmesini tavsiye ediyor.
Devletin "resmî eserleri" icra ettirebilmek için senelerden buyana denemediği yol kalmadı Fazıl Beyci-ğim... Davet, ödül, Tanıtma Fonu vesaire gibi her yola başvuruldu ama olmadı! Nota göndermeyi bir yana bırakın, icracıya ağırlığınca altın verseniz bile olmuyor ve olmayacak; zira eksik olan taraf tanıtımda değil, maalesef eserlerde!
Kimse kusura bakmasın, tekrar söyleyeceğim: Cumhuriyet tarihi boyunca harcanan emeklere ve yapılan masraflara rağmen dünya çapında bir kompozitörümüz yoktur! "Musiki inkılâbı"mız başarısız olmuştur ve "Kuzguna yavrusu hoş gelir" misâli hayranlık krizlerine girmek yerine başarısızlığın sebeplerinin artık dürüstçe tartışılması gerekir!

CEM
(şimdiye kadar 10 posta)
17.12.2010 12:51 (UTC)[alıntı yap]
Murat Bardakçı
mbardakci@htgazete.com.tr

Fazıl Say gibilerine günah bile yazılmaz
29 Kasım 2010 Pazartesi, 12:05:17

Bu sütünu geçen hafta iki gün boyunca, Klasik Batı Müziği'nin Türkiye'deki konumuna ayırdım... "Cumhuriyet tarihimiz boyunca, en başta 'Türk Beşleri' dedikleri grup olmak üzere dünya çapında bir besteci çıkartamadık, herkesin dilinde olan bir Türk eseri yoktur, musiki inkılâbımız maalesef başarısız olmuştur" dedim.
Fazıl Say cevap verdi, Türk bestecilerin Batı'da büyük takdir gördüğünden bahsetti ve yazısını burada kelimesine dokunmadan, aynen yayınladım. Sonra, nazik bir üslûpla başka türlü düşündüğümü yazdım ve "O eserler alkışlanıyorsa, sizin güzel icranız sayesindedir" dedim.
Piyanistimiz bunun üzerine ne yaptı biliyor musunuz? Bir TV'ye çıktı, "dehâsının verdiği "Ben Hazretleri" havası içerisinde benden "Bu adam müzikten ne anlar? Nota bile bilmez!" gibisinden sözlerle verdi veriştirdi...
Önceki gece bizim Tarihin Arka Odası programında söz bir ara bu konuya geldi, "Cevabımı pazartesi günü gazeteden vereceğimi ve BBC'nin "CD Review" köşesinde Fazıl Say'ın kayıtları hakkındaki yorumları da yayınlayacağımı söyledim.
Fazıl Bey dün telâşlanıp ortalığı birbirine katmış, klasik müzik meraklılarının tartışma sitesi olan Yahoo'daki "Klasik Müzik Grubu"na "Murat Bardakçı ve haksızlıklar üzerine" başlıklı bir mesaj
göndermiş, sesini duyuramayacak olmasından endişe duyduğunu söylemiş ve bana karşı "dayanışma" çağrısı yapmış...
Endişeden kurtulmasını sağlamak için, mesajını aşağıda aynen yayınlıyorum...

İŞTE, YAZDIKLARI...
"Bu gruptaki üyelerden ricam:
Murat Bardakçı yarınki yazısında bana saldıracaktır. Bunu 400.000 tirajlı bir gazetede yapacak.
Biz burada 1000 kişilik bir grubuz. Ama ben bu yazımı 1'e 400 ezikliğinde kalmasın diye yazmaktayım. Yani bu yazımı yayınlatacağım... Minimum tartışmadan maksimum zarar ile ayrılacak olan benim. Erkin'i , Saygun'u savunduğum için...
Lanet olsun. Artık bıktım.
Savaşmaktan bıktım.
Haksızlıkları önlemekten bıktım.
Bıktım ben Türkiye'de saldırılardan. Bıktım kendimi ve bizleri aklamaktan...
Haksızlıktır bu...
Yaşamı dar etmektir...
Cihat, Gülsin, Gürer Hoca, Andante yönetimi; lütfen benimle dayanışma içinde olun... Murat Bardakçı, bir tarihçidir. Müzisyen değildir. İyi bir tarihçi midir? Bilmiyorum. Konum değil. Ama Bardakçı, "Türkiye'de iyi besteci yoktur, olmamıştır" dedi. "Atatürk'ün kültür devrimleri başarısız olmuştur" dedi. Bir sürü gerçek verilere dayanmayan şey söyledi. Bizler de cevapladık.
Ben, Gülsin Onay, Cihat Aşkın, Gürer Aykal, müzikologlar, müzik eleştirmenleri... Savunduk.. Bir tarihçi tarihe yanlış not düşmesin diye. Yanlışı var dedik. Bestecilerimizin çok iyi eserleri var dedik... Erkın'i, Saygun'u anlattım.Verilere dayanarak. Konserlerden örnekler vererek. Yayınevlerinden örnekler vererek. Ne yaşadıysak onu anlattık. Yalan hiç bir şey yoktu. Tek kelime yoktu. Erkin iyi bestecidir. 2. Senfoni dahiyanedir dedik. Piyanolu beşilini tüm dünyada çalıyorum, büyük beğeni alıyor dedim. Saygun iyidir, 3. Senfonisi müthiştir. Gülsin Onay piyano eserlerini ve konçertolarını tüm dünyada tanıtıyor dedim. Bunlara kötü besteci denemez dedik özetle.
Bu adam bunu anlamak istemiyor.
Bardakçı, yarın BBC müzik sıralaması diye bir şeyden örnek verecekmiş benimle ilgili! Bu BBC müzik sıralaması nedir ben bilmiyorum, inanın ki ilk kez duyuyorum. Bildiğim şey, müzikte sıralama olmayacağıdır. Olamayacağıdır.
Nasıl olur ki? Beethoven birinci, Bach ikinci, Caykovski yedinci, Alban Berg elli altıncı, Takemitsu ikiyüz seksenikinci, Adnan Saygun üçyüz yetmiş üçüncü filan mı oluyor? Nedir bu?

BBC SIRALAMASI NEDİR?
Duymadım BBC sıralaması nedir. Duymak da istemiyorum. BBC ödüllerini ise bilirim. BBC ödülleri ile ilgili bildiğim tek şey, bütün dünyaya benim tanıttığım kemancı Kopatchinskaja'nın geçen yıl
BBC ödülünü kazanmasıdır. Patricia'nın şu ana kadar yaptığı 3 CD'den ikisi de benimle iledir. Onu plak firmasına getiren benim, tüm dünyaya götüren benim, menejer ayarlayan benim... Onu BBC ödülünü kazanmasında en büyük rolü de biz Facebook'dan Patricia'yı tıklayarak elde etmiştik hatırlarsanız. Bu kadar gülünç...
Ben İngiltere'de çok az konser verdim. Bunu bir yazımda anlattım burada. Menejerlik sorunumuz var o ülkede. Her konsere ayrı vize isteniyor, vize alması zor, ben o ülkeye çok ender gidiyorum. Present değilim. Pek adım sanım da anılmıyor açıkçası İngiltere'de. Ve ben bunu değiştirecek bir formül düşünmüyorum.
Almanya, Fransa, İsviçre, İtalya,
Avusturya, Japonya, Amerika, Türkiye, Hollanda, İsrail, İspanya benim sanatımı yoğun bir şekilde sürdürdüğüm ülkelerdir.
İngiltere değil. Dolayısıyle orada olabilecek muhtemel bir sıralamada ön sıralarda yer almayacağım aşinadır. Bilmiyorum belki dünya sıralamasında 7235. besteciyimdir. 976. piyanistimdir. Bilemedim. Umurumda da değil... Bu mühim de değil, benim hayatımın gerçeği de değil, hiç bir şey değil..
Ama Bardakçı bunu bildiği halde, bu saldırıyı yapacaktır. Savunmasını da bilmiyorum artık... Durum bu"

İSPAT ETMEK ZORUNDADIR!
Böyle bir ruh hâli içerisindeki kişiye ne dersiniz? Mevlânâ'nın "Divânerâ kalem nîst" sözünü hatırlayıp "Bu gibilere günah bile yazılmaz, ne yapsa yeridir" deyip geçer misiniz; yoksa mesajındaki "Amcaaaa! Yukarı mahalledeki ağabeye sapanla taş atmıştım, galiba beni dövecek, haydi, beraberce gidip önceden biz onu dövelim" misali çocukluklarına ve aczine bakıp "Cevap vermeye değmez" mi dersiniz, kararsızım...
Gazeteciliğim ile musiki yönümü birbirinden her zaman ayırdığım için, Türkiye'de ve dışarıda yaptığım musiki konulu yayınlarımdan basında hiçbir zaman sözetmedim. Dolayısı ile Fazıl Bey'e kendimi ispat için bunlardan bahsetmeyi zül addederim. Merak ediyorsa "müzikolog" dostlarına sorar, öğrenir.
Ama, Fazıl Say'dan şimdilik tek bir ricam var: Bir sanatçının sahip olması gereken ahlâkın, namusun, dürüstlüğün, hattâ iddia edilen "dehâ"nın gereğini yapsın ve benim "Atatürk'ün kültür devrimleri başarısız olmuştur" şeklindeki sözü nerede, ne zaman sarfettiğimi ispat etsin. Ama edemez ise otursun ve "Ben müfterî miyim?" diye düşünsün! Yazık, hakikaten çok yazık!
CEM
(şimdiye kadar 10 posta)
17.12.2010 12:55 (UTC)[alıntı yap]
Orkestra Şefi ve Besteci Dr. Fazlı Orhun Orhon, Habertürk yazarı Murat Bardakçı’nın Cumhuriyet dönemi Türk bestecileri ile ilgili yaptığı suçlamalarla ilgili yazısı üzerine bir mektup yazdı.

Yazdığı mektubu Odatv okurlarıyla paylaşmak isteyen Orhun Orhon’un, Murat Bardakçı’ya yazdığı mektup şöyle:

“26 Kasım tarihli yazınızla ilgili birkaç görüş belirtmek istemekteyim,

Türk Devrimi'nin anlamsızlaştırılmaya çalışıldığı bu dönemde, dünya çapında eser verememiş, tanımamış Türk Besteciler ithamı ile; iflas etmiş müzik okullarımız ve değersiz bir sanat hayatımız olduğundan bahsetmişsiniz. Zannederim daha sonra da sıra tiyatroya gelecek. Bu durumu kabul etmeyecek olmamızı da bir tür putperestlikle özdeşleştirmişsiniz.
Sizin de bildiğiniz gibi Batı Stili'nde eser verme geleneği tam da övgüyle bahsettiğiniz 19 yy. İstanbul'unda bir hayli fazladır. Vaktinizi fazla almadan hatırlatmak isterim ki Lizst'in resitali, Donizetti Paşa fenomeni, kurulan bandoların sokaklarda Verdi'nin en popüler opera temalarını çalmaları, pek çok opera ve operetin Fransa ve İtalya'dan hemen sonra Pera'da küçük kadrolar ile sahnelenmeleri devrimden çok önce gerçekleşmiştir.
Daha da önemlisi örneğin V. Mehmet gibi pek çok sultanın da Batı anlayışında eserler vermiş olmasıdır. Dikran Çuhacıyan ve Edgar Manas gibi bestecilerinde varlığı ve kanto geleneği de cabası. Dolayısı ile bu tür müzik anlayışının Kentsoylu (burjuva) kültürünün İstanbul'a oturmaya başlaması; Avrupa'nın ekonomik sisteminin Osmalı'nın başkentine girmesi ile yakın ilgisi var. Bu dönemde Anadolu Halkı'nın İstanbul'dan kaç yüzyıl geride kaldığı ortada. Nihayetinde orası Avrupa sayılan Konstantiniye değil üstelik Kanuni'den beri sömürülecek bir yığın olan "Etrak-ı bi idrak" ın anayurdu. Zannederim üstü kapalı olarak anıştırdığınız, günümüzde Kemalizme karşı haklı! tepki gösteren ve neo liberal atağa maşa ettiğiniz Anadolu Halkı da bu. Bir toprak ağasının malı ya da vergi vereceği, askere alınacağı zaman hatırlanan Anadolulu. Türkçe bile konuşamayan veziri-azamlarca horlanan, cahil bırakılan, bir şeyhe, şıha bağlı koyun sürüsü. Bu nitelendirmeyi özellikle yazdım zira "arabesk" dediğimiz kültür de aynı cehaletten geliyor.

CUMHURİYET'İN GETİRDİĞİ KÜLTÜR

1920 ile başlayan devrimler tüm halk şairleri, ozanları neredeyse Osmanlı Otoriteleri'nce kovalanan, mezhep yüzünden değersiz görülen koca bir halka kimlik ve özgüven kazandırma çabası değil de nedir? Bunlardan önce Müslüman Anadolu halkı değişen dünya düzeninin ne kadar farkında, ne kadar okur yazar, ne kadar kendi kaderine hakimdir? Ne kadarı tüccar? Ne kadarı denizci? Ne kadarı divan şairi? Ne kadarı ebru sanatçısıdır? Bizden şüpheyle bakmamızı istediğiniz devrimlerin değerini ortadan kaldırınca geriye kalan "etrak-ı bi idrak" lıktan başka neye sığınacağız? Hoşgörülü Osmanlı safsatasına mı? İstanbul'daki mutlu azınlıktan ve Anadolu'daki gayri-müslüman topluluklardan başka ticaret, birey bilinci ve konumuzla da ilgili olarak çağcıl sanat ve bilim anlayışına sahip kaç tane dünyaca bilinen Anadolu İnsanı biliyorsunuz?
En azından bu devrimler, yine kendi alanımla ilgili olarak; Anadolu İnsanı'nı Ulvi Cemal Erkin'e, Adnan Saygun'a, Suna Kan'a, İdil Biret'e, Gürer Aykal'a ve en nihayetinde Fazıl Say'a çevirmiştir. Üstelik maddi olanaklarına bakmaksızın. Hemen hemen 1960 sonrası tüm başbakanlarımız da böyledir. Bu devrimler sayesinde Ispartalı bir çoban, Cumhurbaşkanı olabilmiştir. Ne yazık ki bundan sonra herhangi bir başka Anadolu Köylüsü'nün bu şansı kalmamaktadır. Zira bu devrimler 1950'den beri ve daha de süratle 12 Eylül 1980'den sonra sulandırılmaktadır.

BAŞARISIZ SAYILAN BESTECİLER

Cumhuriyet Devrimlerine vurulan ilk darbe sanırım toprak reformuna vurulan darbedir. Böylece Anadolu Köylüsü'nün kendi bekaası için çalışan, doğal çıkarı için demokrasiyi ve eşitliği savunan bireyler olması engellenmiş; aksine şeyhin, ağanın elindeki oyuncaklar, kaderci, silik insanlar olmaları sağlanmıştır. İşte Cumhuriyet tarihinin ilk arabesk karşı darbesi tam da budur. Hemen akabinde ikinci darbe de gelir ve köy enstitüleri kapatılır. Köyün içine girip, tek tek herkesi eğiten, bilinçlendiren bu kurumlar vaktin Amerikancı, neo-liberal anlayışına göre komünist yuvasıdır ne de olsa. Sizin de bildiğiniz gibi bu dönemde CHP içinde ve sonrasında DP olarak harket eden faktörlerin hemen hemen hepsi toprak ağalarıdır. Böylece kültürel açıdan da darbe alır çağcıl Anadolu Bireyi'ni yaratma çabası. Üstelik demokratik, bilimsel davranabilen, hukuka saygı gösteren özetle kentsoylu kültürün tabana inmesi de engellenmiştir. Yine horlanmıştır yani Anadolulu. İşte şehire, o kültüre karşı olan düşmanca tavır yine canlanır, Osmanlı'dan hatıra kalan. Giderek de büyüyecektir bu tepki zamanla 1950'den sonraki başarısız iç politikalar ile.
Başarısız saydığınız besteciler işte bu dönemlerde yaşamışlardır tüm devrimcilikleri ile. Örneğin Hasan Ferit Alnar bir kanun sanatçısıdır ve bu saz için bir konçerto da yazmıştır Viyana'da seslendirilen. Tüm Türk Beşleri halk türkülerini çok seslendirmişlerdir. Rus Bestecileri gibi. Saygun, Yunus Emre'yi dünyaya tanıtmıştır üstelik 1958'de Stokowski tarafından Birleşmiş Milletler'de seslendirilmiştir. Viyana, Berlin, Vatikan ve Budapeşte'deki seslendirilmelerinden başka. Stokowski bir de bu eseri o dönemde Aya İrini'de kaydetmek istemiştir Decca firmasını kendi getirip, ücret talep etmeden. Ne yazık ki 1958'in bürokratı üstünü örtmüştür bu talebin üstünü bir bahaneyle. Yine aynı bestecinin tüm senfonileri Staatsphilharmonie Rheinland-Pfalz'ca Ari Rasilainen yönetiminde kaydedilmiştir ve halen dünyanın her yerinde seslendirilmektedir giderek artan oranlarda. Bunun sebebi ise "Peer" Müzik Yayınevi'nin; Saygun'un eserlerini basıp yayınlama hakkını almış olmasıdır. Ne yazık ki bizim yapmadığımızı yine başkası yapıyor.

ZORLA ÇALDIRILAN ESERLER

Yazınızda devlet zorlaması ile Türk Eserleri'nin her fırsatta zorla çalındığını ve insanlara dinletildiğini iddia etmişsiniz. Keşke dediğiniz gibi olsa. Orkestra programlarına bakın, hatta bir iki isim hariç şeflerin ve solistlerin repertuvarlarına bakın ve ne yazık ki konservatuvarların eğitim planlarına bakın, onlar bile bu işin önemini anlamış değiller. Bir orkestra şefi olarak hemen söylemeliyim ki tüm izleyiciler en çok kendi toprağının insanının yaratılarına ilgi gösteriyor çünkü ulusal gurur ve cesaretimizi arttırıyor. Tarih bilincimizi, ortaklık anlayışımızı arttırıyor. Muammer Sun'un Kurtuluş Filmi Müzikleri'ni dinlediniz mi hiç bir topluluk içinde? ya da Cemal Reşit Rey'in Onuncu Yıl Marşı'nı? Ferit Tüzün'ün halk müziğimiz ile yoğurduğu Esintileri'ni? Erkin'in keman konçertosunu? Sadece klasik bestecilik okulumuz değil, sonraki dönem modern bestecilerimiz de ilgiyle takip edildi ve ediliyor dünyada. İlhan Usmanbaş, Bülent Arel buna en güzel örnekler.
Erkin'in eserlerinin daha ancak şimdi basılacak olamsı ile ilgili alaycı bir tavır sergilemişsiniz. Bilir misiniz tüm bu bestecilerin eserleri niye az seslendirilir dünyada? Çünkü tüm notalar el yazısıdır hala; suyunun suyu fotokopidir. Devlet sandığınızın aksine çoğunu basmamıştır bile. Pek çoğunun orjinalleri bile paramparçadır, yerlerdedir. Çoğu dinleyicisine bile ulaşamamıştır. Niçin böyledir? Çünkü Anadolu'nun kimliğini bulması, yüksek sanat ürünleri çıkarması kimsenin işine gelmez. Besteciler Birliğimiz bile daha ancak yeni kuruldu. Bu eserlerin hakkını soracak birlik Niçin? Çünkü 1950'lerden beri birlik demek komünist demek. O sebeple birlik hissimiz düşük bizim.
Diğer taraftan da sizin gibi kentsoylu insanlar merak etmediler hiç bizim durumumuzu hangi sanatçı hangi eser yansıtır diye? (Örneğin Şostakoviç'in eserlerinde Stalin Rusyası'nı duyarsınız rahatlıkla. Saygun'da da o itelenen Anadolu'yu, fukaralığını, iç huzursuzluğunu onun.) Çünkü eğitiminizden kaldırılmıştır tiyatro, müzik, ebru ya da hat sanatı merakı. hatta eğitiminizden ana diliniz bile kaldırılmıştır. Böylece üniversite yani evrensel fikirler köyünün kendi toplumu ile bağı kesilmiştir. Yüksek öğrenim hakkı bile 2-3 saatlik sınava bağlıdır. Dersanelere et yığını gibi atılır küçücük çocuklar bile. Kaldı ki ne zaman konsere, tiyatroya gitsin hobileri olsun. En sonunda da müzik eğitimi de kaldırılır okullardan. Ne gerek var dersanede geçirilecek bir saat daha varken. Hiç düşündünüz mü niçin klasik batı ve türk müziği konservatuvarları ayrıdır? Daha çok kutuba bölmek için bizi. Bölünelimki o sentezi yaratamayalım. Bir araya gelemeyelim ki göremeyelim. Örneğin Erkin'in keman konçertosunda Kürdi makamı olduğunu, çünkü bölünmemiz lazım bizim batıcı, doğucu, kürdi olarak. Asla gurur duyamamalı Anadolulu gerçek potansiyeli ile fark edememeli onu.

MÜZİK DEVRİMİ İFLAS ETMEMİŞTİR

Peki bunun yerine ne koymak lazım, kimsenin sorgulamaması için olan biteni? Psiko-seksüel, abartıcı, öznelci pop ve arabesk anlayış. Özetle biz şehirli olmayacağız çünkü aykırı. Onun yerine henüz üç yaşındaki kardeşimizden sevgilimizi kıskanacağız. Sevdiğimiz kadını ya da kendimizi doğrayacağız. Kent kültürüne sen mi beni yoksa ben mi seni diye küfredeceğiz? Kültür elçilerimizi pop starlar yapacağız öyle ki bu hiçbirşeyden haberdar olmayan insanlar Orta Asya'dan beri gelen kültür birikimimizi temsil edecekler. Yüzyıl sonraya Türk Müzik Mirası deyince herhalde ritim ile havaya çiğ köfte atılması ya da klarnetin içine dolar sıkıştırma kalacak zannederim. Sizin iddia ettiğiniz gibi Türk Müzik Devrimi iflas etmemiştir yanlış uygulamaları durmadan gösterilerek(yasaklar şüphesiz çok ciddi hatalardır ve arabesk kültürün oluşumunda doğrudan etkileri vardır); zayıflaştırılmakta ve klasik türk musikisinden, batı stilinde eser veren bestecilere kadar bu toprağın kozmopolit mirası ötekileştirilerek aslında Cumhuriyet'in birleştiriciliği ve dolayısı ile kendisi hedef alınmaktadır.
Bu konulara dikkatinizi çekmemin amacı ise bütün bunları sizin bilmediğinizi ya da görmediğinizi varsaymak değil; sadece biz "iflas eden" devrimin çocuklarının hala Anadolu Aydınlanması için çalıştığımızı ve sandığınız kadar az, bölünmüş ya da cahil olmadığımızı bilmenizi istememdir.

Tüm saygılarımla,

Dr. Fazlı Orhun ORHON
Orkestra Şefi
Besteci”

CEM
(şimdiye kadar 10 posta)
17.12.2010 12:57 (UTC)[alıntı yap]
Türkiye’nin önde gelen keman virtuozlarından, besteci ve eğitimci Cihat Aşkın, Murat Bardakçı’nın Türkiye’de klasik müzik üzerine Habertürk gazetesinde yazdığı bir köşe yazısını klasik müzik email grubuna gönderdiği bir yazıyla değerlendirdi. Yazıyı aşağıda aynen yayınlıyoruz.

Türkiye’de klasik müziğin evrimi üzerine önemli değerlendirmeler içeren bu yazıyı Yeşil Gazete okurlarıyla paylaşmayı kabul ettiği için sanatçıya teşekkür ediyoruz.




MURAT BARDAKÇI’NIN BİR YAZISI ÜZERİNE ÇEŞİTLEMELER

Murat Bardakçı’nın 8 Kasım 2010 tarihli yazısı kısa süre içerisinde bazı hareketlenmelere yol açtı. Bu hareketlenme genellikle hislerimizin kabul etmek istemediği ve kendi kendimize yediremediğimiz ve çok destekleyerek sevdiğimiz çoksesli müziğe karşı bir saldırı edasıyla dalgalanmaya başladı ve bizler hislerimizin esiri olarak yine kendi içimizde kendimize karşı propaganda yaparak statümüzü korumaya çalıştık. Bana kalırsa Murat Bardakçı’nın yazısını sevip sevmemek yerine bunu bilimsel açıdan değerlendirip onun sorduğu soruları acaba kendi kendimize daha önce mi sormalıydık?

‘Musıki İnkılabı ve başarısızlık’ başlıklı yazıda nelerden bahsediliyor?

Genelde bir konser haberi olan yazının devamında şunlar yazılıydı:

‘Resmî orkestralarımızın tını ve eserin ruhunu yansıtma bakımından geride kalmalarının en başta gelen sebebi bu işin hâlâ devlet memurluğu zihniyeti ile yapılması ve klasik müziğin hissiyatını bir türlü kavrayamamış olmamızdır. Bunda, klasik müziğin bir dönemde zorla sevdirilmeye çalışılmış olmasının da etkisi vardır.’

İkinci konu ise şu idi:

‘Türkiye’nin “Musiki İnkılâbı”nın üzerinden bu kadar uzun seneler geçtikten sonra, hiçbir zaman ciddî şekilde kabul görmemiş birkaç bestecisini bir çevrede kendi kendine reklam etmeyi bir tarafa bırakıp dünya çapında kompozitör çıkartamamış olmasının sebebini artık açıkça tartışması gerekiyor.’

Bardakçı yazısının son bölümünde ise eksikliğin nerede ve kimde olduğunu soruyordu.

‘1930′larda ekonomisini tahıl ihraç ederek ayakta tutmaya çalışan Türkiye o zamanların bütçesinde önemli bir yer tutan “Musiki İnkılâbı” yatırımını yanlış kişilere ve yanlış politikalara mı yaptı? Başarısızlıkta memleketin geleneksel müziklerine dudak bükmenin tesiri oldu mu? Sadece “mecburî hizmet” gereği eser veren besteciler yetiştirmekten niçin bir türlü kurtulamadık?

Ve, en önemlisi: Halk, bu müziği neden bir türlü benimsemedi?’

Biz ise acaba Bardakçı’nın söylemlerinde haklılık payı var mıdır ya da yok mudur diye düşünmeden ona karşı maksatsız sözler söyledik. Değerli okurlar, yapılacak olan eleştirilerin kişilere değil de fikirlere yapıldığı takdirde daha öğretici olacağına dair inancımı hiç kaybetmedim. Bana kalırsa Murat Bardakçı’nın sözlerinin çok büyük bir kesiminde haklılık payı vardır. Bu konuyu gündeme getirdiği için de ayrıca kendisine teşekkür ederim.

Biz hatayı nerede yapıyoruz?

Orkestralar konusu

Devlet orkestralarımızın yapılanma sorunları bulunmaktadır. 20.yüzyılın genelinde devlet destekli sanatın ürünü olan devlet orkestraları bulundukları süre içerisinde gelişimlerini tamamlayarak farklı bir evreye geçmek durumundaydılar. Ama bu bizde olmadı. Bu sadece orkestraların konusu değil ama bizim kafamızdaki kurumsallaşma anlayışının bir ürünüdür. Türkiye’de kurumsallaşma maalesef altyapı anlayışı oluşturulmadan ve yeterli fizibilite yapılmadan başlatılır. Kişiler gelir, kurumları kurarlar, kendi idare ettikleri sürelerde her şey kişiye göre şekillenir, daha sonra farklı bir yönetici geldiği zaman uyumsuzluklar başlar. Yeni gelen kişilik ile eski kişilik ürünü olan yapı yozlaşmaya başlar ve bir müddet sonra çatırdar. Ama Batı’daki kurumlar yeni gelen kişiliklerle ortaya çıkan dinamizmi sistemlerine entegre ederek gelişirler ve daima geleceğe taze olarak taşınırlar. Orkestralarımız için de bu böyle olmalıydı. Kuşkusuz, değerli sanatçıların ve yöneticilerin oluşturduğu orkestralarımız acaba neden Batı’daki gibi gelişmiş işletim sistemlerine sahip değildirler. İşte bunun tartışılması gerekmektedir. Türkiye’de orkestra konserlerinde yüzlerindeki imajdan acı ve isteksizlik akan müzisyenler ile batıdaki emsalleri arasında en azından mutluluk seviyesi olarak bile dağlar kadar fark vardır. Memur zihniyeti ile olmaz. Sistem değişmelidir. Orkestraların başında bulunması gereken genel müzik direktörleri, üstünden astına kadar diğer görevliler ve müzisyenler 21. yüzyıla şartlarına uygun bir teşkilat şeması çerçevesinde yeniden yapılandırılmalıdır.

Berlin Filarmoni Orkestrası 130 yıllık bir kuruluş olarak bugün dünyanın en önemli şirketlerinden birisidir. Halk için müzik yapar ve arkasındaki zihniyet Filarmoni zihniyeti olup, amatör müzik dostlarından kurulu bir orkestra olarak işe başlamıştır. Devlet ve belediye onu sübvanse eder. Ama orkestra kendi projelerini ve stratejisini belirleyerek yoluna devam eder. Bakınız amatör ruh bu tür müzik çalışmalarında önemlidir. Çoksesli müziğin ruhu oda müziğinden geçer. Bizdeki orkestra müzisyenlerimizin pek azı bir araya gelerek kuartet veya daha değişik sayıda çalgının katıldığı oda müziği grupları oluştururlar. Diğerleri ise sevmezler. Klasik müzik ile meşgul olan genel müzisyen kendini ciddi müzik yapıyor zanneder ve kendisinden başka olan her şeyi dışlar. Amatör ruhla bir araya gelip de oda müziği yapmazlar. Kim yapar? Musıki Cemiyetleri yapar. Onlar her ilçede veya kuruluşta bir araya gelerek en az haftada bir toplanırlar, yemek yerler, müzik yaparlar ve dağılırlar. Yılda bir veya iki kez ise büyük bir salonu kiralayarak konser verirler. Batıdaki amatör klasik müzik orkestraları veya grupları da aynısını yapar, çünkü bu ruh amatör bir müziksever ruhudur. Bizdeki profesyonel müzisyenler ise genelde müziksever değildirler. Aradaki fark budur!

Türk Beşleri

Türkiye’de çok sesli müziğin gelişmesinin öncüsü olarak görülen besteciler acaba niçin dünya ölçeklerinde tanınmamışlardır? Acaba halk neden onları benimsememiştir? Bunun cevabını verirken biraz insaflı davranmak gerekmektedir. Aslında Halil Bedii Yönetken tarafından Rus beşlerinden esinlenilerek isimlendirilen Türk Beşleri arasında fikirsel açıdan bir birlik bulunmamaktadır. Cemal Reşid Rey, Cumhuriyet idealleri ile Onuncu Yıl Marşı dışında uzaktan yakından ilgisi olmayan ama son derece renkli, esprili, kültürlü ve felsefi bakış açısını Fransız etkisi altında müziklendirmiş, Fransız armonisi ve kültürüne, Osmanlı mistisizmi ve anlayışını katarak eserler vermiş bir bestecidir. Udi Sedat Öztoprak olmasa belki de Anadolu Halk Şarkılarını yazmaya başlamayacak içinde kendi müziğine karşı bir ilgi doğmayacaktı. Son derece üstün ve sofistike olan eserleri dünya sanat camiasında gerekli ilgiyi bulmamıştır. Sebep ise nota ve plak basımının olmayışıdır. Aynı Cemal Reşid Rey, Lüküs Hayat ve Onuncu Yıl Marşı ile halkın gönlünde taht kurabilmiştir ama bunlar lokal başarılardır. Ahmed Adnan Saygun ise, Rey’in tam aksi söylemini halktan ve halk kültüründen alan bir bestecidir. İdealizmi ve kesin çizgisiyle yarattığı eserlerden en ses getireni, Yunus Emre Oratoryosu’dur. Onun da en çok bilinen melodisi Anonim, Şol Cennetin Irmakları’dır. Ulvi Cemal Erkin, nazik ve hassas romantizmi ile farklı bir çizgi çizmiştir. Onda hem Klasik Türk Müziği’nin hem de halk müziğinin esintileri mevcuttur. En bilinen eseri Köçekçe rapsodisidir. Ama tüm melodiler -ikisi hariç- Dede Efendi’ye aittir. Hariç olanlardan biri anonim, diğeri de Sırp oyun havasıdır. Hasan Ferit Alnar diğerleri arasında daima dışlanan bir besteci olmuş ve Kanun Konçertosu ile bir özgünlük yakalamıştır. Necil Kazım Akses ise genelde büyük formda eserler yazmış ve 50. Yıl Marşı dışında halkın katıldığı bir eseri yoktur.

Şimdi bu beş besteciyi inceleyecek olursak ortak paydalarının hemen hemen olmadığını görüyoruz. Fikirsel temelde Cumhuriyet’e sahip çıkmak cumhuriyet için, halk için eser üretmek olmalıydı. Ama halk onları neden dinlemedi ve sahip çıkmadı. Çünkü hiçbiri halkın konuştuğu dili konuşmadı. Çocuklar için eğitim müzikleri üretmediler. Çocuklar için yapılacak olan her üretim cumhuriyetin ilk yıllarında çok önemli olmalıydı. Çocuklarımız kendi bestecilerimizin ürettikleri şarkılar yerine Almanca aslından Türkçe’ye çevrilen ‘Küçük Kuzu’ misali şarkılarla büyütüldüler. Türkiye’de gerçek anlamda çocuk eğitimi müziği 1960 larda Muammer Sun ve Cenan Akın gibi besteciler ile başlar. Yapılan yatırım doğruydu, ama yatırım yapılan kişiler yanlıştı.

Yanı başımızdaki ülkeler

Sosyolojik olarak incelediğiniz zaman yanı başımızdaki Yunanistan’ın, Bulgaristan’ın, Romanya’nın, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın bizimkine benzer ortak yol haritaları vardı. Kazancakis Zorba Film Müziği, Haçaturyan Kılıç Dansı, Enescu Rumen Rapsodisi (Erkin daha sonra aynı melodiyi –Sırp Oyun Havası- kullanmıştır) gibi dünya çapında tanınan eserler meydana getirdiler. O yıllarda bizden sadece “Katibim” isimli melodi yukarıdaki eserlere paralel olarak gösterilebilir.

Müzik devrimi ancak halkın bu devrime sahip çıkması ve benimsemesi ile meydana getirilebilir. Halbuki halk Türk beşleri’nin eserlerini sevmekten çok radyoyu kapatmayı yeğlemiştir. Halkın kendi söylediği Mavilim türküsü operacılarımızın ağzında MOVILIM olarak şekillenince ve teknik amacın önüne geçince, işin ruhundan uzaklaşılmıştır. Yapılan çok seslilik denemeleri halk müziğindeki makam kurallarına uygun değildir. Batının fonksiyonelliği yerine yerel temelli bir fonksiyonellik baz alınabilirdi. (Kemal İlerici sadece bir örnektir.)

Yerel temelli çalgılar

Türkiye’ de yerel temelli çalgılara tiksinti ile bakılmıştır. Halbuki 20.yüzyıl içinde yerel İspanyol çalgısı Gitar, Segovia ve Rodrigo tarafından dünya vazgeçilmezlerinden biri haline getirilmiştir. Hala konservatuarlarımızda Türk müziği nağmesi –ve de caz nağmesi- yapmak yasaktır. Birisi kazara bunları çalacak olursa diğer sınıflardan başlar çıkar, idam sehpaları hazırlanır ve infaz edilir. Türk müzik devriminde Türk Müziği yoktur. İşte Türk Müziği olmadığı için devrim de yapılamamıştır.

1930 lardan kalma bir taş plakta Cemal Reşid Rey’in piyanosu eşliğinde türkü söyleyen Münir Nurettin Selçuk ise halkın sevgilisi olmuş bir şarkıcıdır. Sadece klasik tarzda değil ama tangodan gazele kadar değişik repertuara sahip olan bir sanatçı olmuştur. Ruhi Su, bağlamayla türkü söylediği için operadan kovulmuş bir bastır. Kaptanzade Ali Rıza Bey, Muhlis Sabahattin Ezgi, Sedat Öztoprak gibi besteciler klasik Türk müziği kökeninden yetişmiş ve kendi müziklerini geliştirme çabası içinde olmuş devrimci müzisyenlerdir. Atatürk boşuna mı demiştir ‘‘Yanık Ömer’i bir de orkestrayla dinleyelim’ diye?

Değerli okurlar, bunları yazarken amacım çoksesli müzik yazan Türk bestecilerini karalamak değildir ama gerçekleri ortaya koymaktır. Zannedilmesin ki ben bu bestecilerimizi çalmıyorum veya benimsemiyorum. Hayır bilakis, Cemal Reşid, Erkin, Akses ve Alnar’ın keman eserlerinin ilk CD’leri de bana aittir. Bu bestecilerimiz günün koşullarına göre yetiştirildiler ve ortaya eserler koydular. Bu eserler yine pek çoğunun kendi yanlış politikasından dolayı ya basılamadı, ya yayınlanamadı, ya çalınamadı. Bugün eserleri kayıp olan bestecilerimiz var. Halk bunları benimsemedi. Nasıl benimsetilebilirdi?

Halk benimsemedi

Benim görüşlerim statükocu görüşlerden biraz farklı, çünkü kendi yolumda Anadolu’da seslendirdiğim yapıtlar aradan on sene geçmesine rağmen hala aranıyor ve okullarda çalınıyor. Denedim ve kazandım. Ve yolun bu olmadığını, müzik devrimi için yapılan yatırımın –maalesef- boşa gittiğini söylüyorum. Bu bestecilerimizin eserlerinin değerlerini çok dinlenmişlik oranı vermez, ama müzik yaşayarak dinlenmek için yapılır. Bu da bir gerçek. Laboratuar değeri çok önemli olan bu besteleri halkın gözünde daha değerli hale nasıl getirebilirsiniz? Halkı sanat ile eğiterek. Halkı sanat ile eğitmek ise halka rağmen olmaz.

Bir an önce tüm konservatuarlarımızda uluslararası ölçeklere sahip sanat müziği teorisi ve uygulamasının yanı sıra, kendi makam teorimizi uygulamalı olarak öğretmeliyiz. Kendi ulusal çalgılarımızdan tiksinmemeli, onları da bu eğitimin bir parçası haline getirmeliyiz. Müzik eğitiminde birlik ve beraberlik, kendi halkını ve kendi kültürünü tanıyan bestecilerin ve icracıların yetişmesiyle daha fazla hız kazanacak bu suretle halkla barışık bir sanat anlayışı ortaya çıkacaktır. Halkla barışan sanat ise halkın desteğini alarak etkileşir ve halkın estetik zevki açısından da ilerletici bir boyuta sahip olur. Klasikleşir ve yüzyıllar boyu yaşar.

Cihat Aşkın
Eskişehir, 11 Kasım 2010


Cevapla:

Nickin:

 Metin rengi:

 Metin büyüklüğü:
Tag leri kapat



Bütün konular: 20
Bütün postalar: 46
Bütün kullanıcılar: 89
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol